24 Haziran 2016 Cuma

Kuş Misali ..

Fark ettiniz mi bilmiyorum. İnşallah fark etmişsinizdir. "Bilirsin nerelerde kaç gündür sesi soluğu da çıkmadı" demişseniz nasıl da mutlu olurum :D Ramazan öncesinde elekçi gibi gezdiğim için yazı yazmaya fırsatım olmadı. Oradan oraya gezerken, aklımda "şurayı da blogumda anlatmalıyım, şunu da yazayım bak"  düşünceleri vardı.Fakat ancak zaman bulabildim.

Gelelim asıl yazacaklarımaa.. Yıllardır gitmek istediğim şehre gitmek sonunda nasip oldu.Sırt çantamla kaplumbağa gibi gezdim tüm ili. Bir gün içinde 17 km yürüyerek hemde. Kendi canıma okudum. Pişman mıyım? Aslaa. Antep harika bir şehirdi. Adım adım gezmek hele  daha harikaydı.

Otobüsten indiğim an sevdim bu şehri. Oradan oraya atlaya zıplaya gidiyordum resmen. Otogarda gözüme çarpan ilk şey tabi ki bunlar olduu...Antep fıstığının, ata toprağına geldiğim ilk adımda belliydi.Bu harika karşılama töreninden sonra yolumuz Zeugma'ya düştü...


Gezime ilk önce "Zeugma Müzesi" ile başladım. Bu müzede, Anadolu'nun dört bir yanından toplanmış mozaikler sergileniyor. İlk defa mozaik müzesine gittim ve harikaydı. M.S. 3 ve 4. yüzyılda oluşturulmuş mozaikleri görmek dahası dokunmak beni çok etkiledi. Aklımdan "binlerce yıl önce yaşamış bir Romalı ile aynı taşlara dokunuyorum" düşüncesi geçiyordu. Sizce de çok etkileyici değil mi :) 

Müze de daha çok Yunan Mitolojisindeki Tanrılar yer alıyordu. Mesela bu mozaikte olduğu gibi.. 

Müzede, Gaziantep'in simgesi haline gelmiş "Çingene Kızı" mozaiği de sergileniyordu. Bu mozaiği görmek için sabırsızlanıyordum. Tüm mozaikleri gördükten sonra simsiyah bir odaya girdim. Çok önemli bir parçayı göreceğim, sergilendiği odanın girişinden belliydi.Her yer kapkaranlık. Sadece yolu takip ettim. Derken o karanlık odadaki tek şeyi, Çingene Kızı' nı gördüm. Göz göze geldik. O an gözleriyle beni izlediğini düşündüm.Canlı gibi, ruhu vardı sanki. Bu duyguyu verebilmesi için özel bir şekilde tasarlandığını sonradan öğrendim. 


Çingene Kızı, Mona Lisa ile aynı şekilde tasarlanmış. Nereye giderseniz sizi izliyormuş gibi. Arka fonda da mistik bir müzik çalıyordu. Kısacası bir şehrin simgesi olabilecek kadar etkileyici bir mozaikti ve çok güzel sergilemişlerdi.






Zeugma Müzesinin ardından Antep kalesine çıktım. Sonra da kalenin dibindeki bakırcılar çarşısını gezdim. Her yerden bakır işleyen ustaların sesleri geliyordu. Tık tık tık.. Öyle ahenkli çalışıyorlardı ki onları dinlerken yüzümde gülümseme eksik olmadı.Bu ustamız da dükkanın önünde bakır işliyordu. Ne güzel görünüyor değil mi :) 


Bu çarşıdan hediyelik bakır eşyalar alabilirsiniz. Fiyatlar, beklediğimden ucuzdu ve o kadar çeşit vardı ki neyi alacağıma karar veremedim.











Bir de "yemeni" denilen yandaki resimde gördüğünüz bir ayakkabı vardı. Antep'e özgüymüş.Daha önce bir kaç mağazada rastlamıştım ama Antep'e özgü olduğunu bilmiyordum. Giyerim dersiniz bu ayakkabıları da tercih edebilirsiniz. Çok otantik ve hoş görünüyorlardı.Rahatlığını bilemeyeceğim ama :)










                                          
Gezdim, gördüm derken karnım acıktı haliyle :)  Size yediğim enfes yemeği anlatmadan geçersem içimde kalacak o yüzden hemen anlatıyorum. "İmam Çağdaş" adında tarihi bir lokanta vardı. Hemen hemen herkes biliyor zaten. Sorduğunuz  zaman rahatlıkla tarif ediyorlar. Yani bulmakta sıkıntı yaşamazsınız. İşte bu harika mekana olabildiğince aç olarak gittim. Meşhur yemeklerinin ne olduğunu daha önce öğrendiğim için Ali Nazik Kebabı sipariş ettim. Bakır kapta gelen o muhteşem yemeği o kadar hızlı yedim ki bir ara mideme oturdu sandım :D Yemekten sonraki ilk yorumum "Bu kebapsa biz bunca yıldır ne yemişiz" di. Tek kelimeyle bayıldım. 

Antep'e gelmişken baklava yememek olmaz değil mi? Tabi ki onu da yedim. Yemelere doyamadım da o gün :D 
Size tavsiyem de yemeniz sayın okur. Lütfen giderseniz İmam Çağdaş'ta Ali Nazik ve baklava yiyiniz. Yerken beni anarsınız. "Bilirsin demişti bak güzelmiş" filan diye de aranızda konuşursunuz belki :))






Şimdilik bu kadar. Ben bir yazıda anlatabileceğimi düşünmüştüm. Olmadı maalesef. Antep gezimin kalan bölümünü diğer yazımda devam edeyim. Sizinde gözleriniz yorulmuştur değil mi efendim. O sebeple şimdilik elvedaa  :)  

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Ne Zaman Yazmalı?

Bir yazı ne zaman yazılır? Dertliyken,için bayram yeriyken, gezerken, uyandığın anda ve ya yatmadan önce? Kişiden kişiye değişiyor sanırım. Bir arkadaşım "şu sıralar mutluyum bir şey yazamam" demişti. Ben de şaşırıp söylenmiştim "nasıl yani, mutluyken yazamıyor musun?" diye.Gerçi geçen de bahsetmiştim Didem Madak'ta hep hüzünlü şeyler yazar. Demek ki o da dertlenmeden yazamayanlardan.Ben de öyle değil olay. Daha çok mutluyken yazarım. Üzüldüğüm şeyleri ya yakınlarıma anlatırım ya da az ağlarım  geçer gider.Aşırı aşırısı bunalırsam o zaman bir kaç sayfa yazı yazıp sonra o sayfaları parçalarım ki dertlerim,yazılar gibi baki kalmasın.

Kalemi ise içimi dökeyim biraz kendimi bulayım diye elime alıyorum  Şu sıralar ne kadar klavye tuşlarıyla haşır neşir olsa da parmaklarım, en çok yazarken rahat hissediyorum. Kalemin, silgilerin farklı bir içtenliği var hala. Birde gittiğim her yere sürüklediğim defterlerim var. Bana dert ortaklığı yapan, arada  yırtıp çöpe attığım sayfalar da dahil bu dert ortaklığına.. 

Blogumu  seviyorum ama biraz "ne derler" kaygısı güdebiliyorum. Defterlerimde öyle değil ama. Bir ben biliyorum bir de Yaradan. Saymalar, sövmeler, sevmeler hep oralarda gizli işte. Ha bazen biri bulur, okur kaygısı oluyor. Onu da içsel çabalarımla ortadan kaldırıyorum . 

Bir şekilde yazmaya, yazma eylemine sığınan sevgili dostlar, siz ne zaman yazıyorsunuz peki ? Kaleme, deftere,teknoloji çağıyla birlikte klavyeye en çok ne zaman dokunuyorsunuz? Bilmek isterim :)




Not: Bu aralar dinlediğim şu güzel şarkıyı da şuraya bırakayım. Bilmiyorsanız bir dinleyin derim :)

Şemsiyemin Ucu Kare-Burcu Sarak



6 Mayıs 2016 Cuma

Zıplayan Kediler Aşkına

Önceleri anneannemin kedilerini severdim.Bir sürü kedisi vardı.Yemek saatlerinde uğrarlar sonra da balkonun bir köşesinde miskin miskin otururlardı.Ben de yakalayıp severdim. Ellerimde tırnak izlerini hatırlıyorum.Çokça haşır neşir olduğumdandı sanırım.

Evet önceden böyleydim. Şimdi tabi ki hala  hayvanları seviyorum ama uzaktan. Dokunmadan istediğim kadar seviyorum. Bu konuda oldukça da başarılıydım. Ta ki aşırı derecede hayvan sever bir arkadaşa sahip olana kadar. Normal bir sevgi değil. Aşırı derecede seviyor hayvanları. Hayvanları görünce yüzünde güller açıyor. Ölesiye sarılıyor.Kedi görünce yakalamaya çalışıyor. Hayatımda böyle hayvan sever bir insan daha görmedim.  Bana da çok sevimli geliyorlar fakat onun gibi sevgimi gösteremem. Mümkün değil.

Böyle bir  arkadaşa sahip olunca kedi ve köpeklerle daha sık karşı karşıya geliyorum artık. İşte bu karşılaşmalarda ani hareketleri sebebiyle küçük hayvan dostlarımızdan korkmaya başladım. Mesela masada kalemle bir şeyler yazarken bir kedi aniden üstüme sıçrayabiliyor ya da kapıyı açtığım anda üstüme doğru koşan bir kediyi görebiliyorum.Arkadaşım bir köpeği sevdiği için köpek kovalamaya başlayabiliyor. Tabana kuvvet kaçmakta bana düşüyor.  Bu durumları yaşayınca gel de korkma.

Birde bilindiği üzere korkular sonradan öğrenilir.Yani deneyimlerimiz, korkularımızı oluşturuyor. Bende de bunları yaşadıkça hayvan korkusu oluşmaya başladı. Bu, başta arkadaşım olmak üzere zıplayan kedilerin ve peşimize takılan köpeklerin yüzünden. Sağolsunlar. İşte benim hayvan korkuma da böyle temel attık a dostlar -_-


30 Nisan 2016 Cumartesi

Grapon Kağıtları

Kitapçılarda dolaşmak çok hoşuma gider benim. Saatlerce kalsam sıkılmam. Yeni yeni kitaplar gözüme çarpar her defasında. Hemen listeme eklerim ki sonradan unutmayayım. İşte böyle bir kitapçı ziyaretim sırasında karşılaştım Didem Madak'la. Üç kitabı bir rafta yan yana koyulmuştu. İnceciktiler ve çok güzel kapakları vardı. İçlerini açtım tek tek. Hepsi şiir kitabıydı. Şiir okumayı sevmem hâlbuki ama o gün kendime söz verdim. Bu kitaplar alınacak ve kitaplığa eklenecek diye. 

O günden yaklaşık bir yıl sonra kitaplarından birini aldım. Grapon Kağıtları'nı.. Okudum okudukça içim acıdı. Hüzünlendim. Üzüldüm. Gözlerim nemlenmiş bile olabilir. Şimdi geçmiş zaman hatırlamıyorum. Bu kadar acı içinde içimi ısıtan şeylerde vardı. O kısacık kitabı günlerce okudum. Yavaş yavaş sindirebilmek için. Kitabın her yerini çizdim o kadar çok harika dize vardı ki.. Her dize de bu kadar acı içindeki kadını merak ettim.Açtım araştırdım. Annesini kaybetmiş bir İzmirli şair. Aslında avukat ama şairlik ona daha çok yakışmıştı bana göre. Sonra yaşamını araştırmaya devam ettim. Vikipedi yetmedi haliyle. Füsun adında  bir kızı varmış. Kızı için de şiirleri vardı onları da okudum. En son öğrendim ki kansere yakalandığı için 41 yaşında kaybetmişiz Didem Madak'ı. Öldüğünü öğrenince ağlamıştım sanırım. Annesine duyduğu derin özlemi kızı da kendisine duyacak diye.. 

Şimdi en sevdiğin şair kim deseler Didem Madak derim. Kitapları kendime söz verdiğim gibi kitaplığımın baş köşesinde yer alacak. Ara ara tekrar okunacak, gerekirse ağlanacak. 

Bu arada, bu kadar yazıdan sonra tabi ki Grapon Kağıları'nı okumanızı tavsiye ettiğimi anlamışsınızdır. Ah'lar Ağacı ve Pulbiber Mahallesi'ni de okuyun bence.:)

Buraya bir kaç dizesini bırakayım

.... şöyle bir şey yazdım sonra
ya
ğmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
berbattı,
bir
şiire böyle başlanmazdı.
************************************
Annem çok sevmelerin kadınıydı.
Daldaki kirazları, yazmasındaki oyaları, fistanındaki çiçekleri, asmadaki üzümleri, evin kedisini, soka
ğın delisini, babamın gömleğini, beni, bizi, mahalleyi...
Bildi
ğim her şeyi severdi. Bana da sevmeyi öğretti.
Öyle az buz değil "çok sev!" derdi.
Annem gibiyim artık. Az sevme bilmiyorum ben."

Ben de Didem Madak için küçük bir şey yazmıştım zamanında "Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım" şiirini okuduktan sonra galiba. Onu da buraya bırakıp gideyim :))








Çiçekli  kadınları severim ben. Sizde bilirsiniz onları. Hani ellerinde demet demet şiir kokusu gizlidir. Olmadık zamanlarda karşınıza çıkıp dizelerine aşık ederler insanı. İşte bu yüzden sevilesidir her biri...

28 Nisan 2016 Perşembe

Göçebe Hayatım

Son 5-6 yıldır kısmi göçebe hayatı yaşıyorum.Oradan oraya savrulurken dönem dönem "bakalım şimdi nereye gideceğim" düşüncesi, hayali, stresini hayatıma baş tacı yapıyorum. Her dönemeçte kendi elimle yazdığım şehir isimlerini tekrar tekrar gözden geçiriyorum.. Sonra o şehirlerden birinde soluk almaya başlıyorum. İşte o zaman hem aileden bağımsız, özgür, mutlu birey hem aile özlemi duyan, çocuksu kişi aynı bedene sığıveriyor. 

Her şehir farklı kurallara sahip tabi. Mesela bir şehir de 5 gün makarna yiyebiliyorum. Diğerinde harika ev yemekleriyle dolu sofralar kuruluyor. Midem de bayram havası :) Bir evde tehlikeli yolculuklara çıktığımda ailem "göz görmeyince gönül katlanır" mantığıyla ses çıkarmazken  diğer evde tehlikenin t'sine üzüntülü, endişeli yüzler beliriyor. Haliyle ikna çabaları baş gösteriyor. Bir şehir de akşam ezanıyla birlikte merak edilirken diğerinde sadece eve geldiğimi haber veriyorum.

Bir de giysi sorunsalı var. Kendini bir yerden bir yere sürüklerken, kıyafetleri de yanında götürmek çile.Onlara eve geçince yer bulmak ayrı bir çile. (Anneler gardıropların boş kısımlarını hızla doldurabiliyorlar çünkü :)) Küçük hüzünler de yaşıyorum. Mesela bavula koyduğum kıyafetlerimi görmezden gelip, askıda kalan kıyafetlere hüzünle bakıyorum. Yer kalmayınca elden bir şey de gelmiyor. Bazen göçeceğim şehrin hava durumunu yanlış tahmin ediyorum.Bu durumda ya  delice üşüyorum ya da sıcaktan pişiyorum. Getirdiğim kıyafetlerin bazılarını giderken unutunca ilerleyen günlerde  yoksunluk hissi  yaşıyorum  tabi. 

Tatillerde bir evi bırakıp diğerine giderken sonsuz heyecan oluyor. Yollar bitmek bilmiyor. Hele de sürpriz yapıyorsan. Sonra kapılar açılıyor ve  tarifsiz bir sevinçle karşılaşıyorum. İlk bir kaç gün bu eve alışmaya çalışıyorum. Hemen yerime adapte olamıyorum çünkü. Sonra öyle alışıyorum ki bırakıp geri dönmek ağır geliyor. Dönüş zamanı gelince biraz buruk yine yollara düşüyorum. Yeniden tekil hayata merhaba diyorum. O an  bu hayatı da özlediğini fark ediyorum. Bu kısır döngü sürüp gidiyor. Göçebe bir hayat, her yeni şehirde beni bekliyor :))




20 Nisan 2016 Çarşamba

İmera

Karadeniz müziklerini herkes sever sanırım. Hatta bir çok şarkıyı ezbere biliriz . Ne kadar cover yapılırsa yapılsın eskiden yeniye heme hemen birçoğunu  bir güzel dinleriz. Benim edindiğim izlenim bu en azından.

Ben uzun zaman önce bir Karadenizli  arkadaşım sayesinde bir grup keşfetmiştim. İlk dinlediğim zaman grubun şarkılarını kulak ardı edip pek beğenmedim açıkçası. Sonradan bir kaç defa daha denk gelince baktım çok güzel sözleri varmış.Müzikleri de bir harika. Dinlemeye başlayınca bağımlısı oldum. Şimdi sürekli onları dinliyorum.

Bu kadar övdüğüm grubun adı İMERA  Bir çoğunuz biliyorsunuzdur belki.Mustafa Ceceli' nin "Emri Olur" şarkısından sonra daha da ünlendiler. Ben  bilmeyenler için ben şarkılarını buraya bırakayım da sizin de hoşunuza giderse dinlersiniz demi ama  :))

Emri olur

İmera Fera (Gün Işığım)

Yan İstanbul

Günahın Yazılmayi

Not: İmera Rum'ca da "Gün" demekmiş. Grubun İmera adında bir de kedileri varmış.Sevimli bir grup  vesselam:))

17 Nisan 2016 Pazar

Bir Adım ve Bir Adım Dahaaa

Derler ki bir insana kimin ismi veriliyorsa o insan, ismini aldığı kişinin 7 özelliğini alırmış. Ben ismimi anneannemden almışım. Çok severim kendisini. Onun bir kaç özelliğini almışım gerçekten. Anneannem, içi daraldığında yürümeyi ve etrafta gezinmeyi sever. Ben de içim daralırsa yollara düşerim. Yürümeye başladığımda kendime dur demeden saatlerce yürürüm.Bu sırada etrafa bakınırken aylaklık edebilirim ya da ciddi bir tempoyla sporculara taş çıkartabilirim. Yürürken hava biraz  rüzgarlıysa, hafiften de güneş vuruyorsa keyfime diyecek olmaz. 

Bugün rotamı farklılaştırarak çok değişik bir yol çizdim kendime.Yakın arkadaşımla ani bir karar vererek bir dağa tırmanmaya karar verdik. Dağları ne kadar sevdiğimi şurada anlatmıştım. Haşmetli kaya parçaları uzaktan tırmanılması kolay yapılar olarak görülüyor. Tamamen kandırmacaymış meğer. Tırmandıkça daha çok yoruluyorsunuz.İşte o zaman göründüğü gibi kolay olmadığını iyice anlıyorsunuz.Yükseldikçe manzara da değişiyor. Her şey küçülürken siz mutluluktan kahkahalar atacak seviyeye geliyorsunuz. Yani bende ki etkisi böyle oldu. Ağzım kulaklarımdaydı. Bir şeyler başarma hissi çok güzeldi. Ne yalan söyleyeyim bu yüksekliklere herkesin çıkamayacağını düşününce biraz daha mest oldum.

Böyle anlatınca harika tabi ama tehlikeli yönlerini de var. Tırmandığın yerden inememek  çok büyük bir dertmiş. Çoban köpekleriyle karşılaşmak da büyük korku sebebi.Tepeden yuvarlanan taşlardan hoplaya zıplaya kaçarken adrenalinim tavan yaptı mesela. Hatta bir ara yürüyerek çıktığımız dağdan, helikopterle indirmek zorunda kalacaklar diye düşünmeye başlamıştım.  :))  

Bu kadar korku dolu anları yaşamış olsam da o kadar eğlendim ki bir daha gitmek istiyorum. Değişik bir tutku oldu sanırım. Hani ölmeden önce yapılacaklar listesi vardır ya size tavsiyem kendi listenize dağ yürüyüşünü de ekleyin. Çok eğleneceğinizi garanti ediyorum. Nokta :)) 


14 Nisan 2016 Perşembe

Kış Uykusu ve Kurbağalar

Kış uykusuna yatan hayvanlarla ilgili bir yazı okumuştum geçenlerde. Kurbağaların, salyangozların, köpek balıklarının ve böceklerin uyuduklarını biliyor muydunuz? Hadi bilmiyorsanız benden öğrenmiş olun. Evet bilim çocuk dergisi gibi başladık yazıya ama anlatmak istediklerim tabi ki bu değildi.

Anlatmak istediğim şuydu; baharı çok sevdiğimi biliyorsunuz. Herkesbilir gerçi :) Baharın geliyor gibi yapmasıyla buralarda kurbağa sesleri duyar olduk. Hem de ne ses Ya Rabbi.. Her yerden bir vıraklama sesi derken orkestra gibi oluyorlar. Bu sesleri duydukça diyorum kış uykusundan uyandılar keratalar.. Onlara bir de cırcır böcekleri eşlik ediyor ki ortalık bayram yeri gibi oluyor. Gündüz etrafın gürültüsünden duyamadığım bu sesleri, gece fark etmeye başlıyorum. Rahatsızmışım gibi anlattım ama bu seslerden o kadar memnunum ki kurbağaları duydukça elime çayımı alıp balkona geçmek istiyorum. Havalar hala soğuk olduğu için pek cesaret edip çıkamasam da bir gözüm güneşte bir gözüm balkonda.Azıcık güneş görsem kendimi balkona atacağım. Bol bol kurbağa  ve cırcır böceği sesi dinlemek için.

Şimdilerde anlıyorum ki insan, mevsimler değiştikçe rengarenk  giysiler kuşanan dünyaya bakmaktan lezzet alıyor. Kışın solup giden seslere, kokulara tatlara, renklere baharla kavuşunca farklı bir mutlu oluyoruz. Yaz sona erdiğinde yavaştan kışa özlem de başlıyor ve hayatımız bu şekilde akıp gidiyor işte. Hep baharı yaşasaydık sıkılırdım sanki ya da hep kış olsaydı depresyona girip ölür giderdim. Hep yaz olsaydı da bunu düşünmek bile istemiyorum... Allah bu düzeni nasıl böyle kurmuş. Şaşkınlık ve hayret içindeyim. Bunlar da  şimdi yazarken aklıma geldi.Yazının sonunu hiç böyle bağlama planım yoktu. Neyse yazmışsak kalsın böyle. 

Demem o ki Allah, biz her durumdan çabucak sıkılan kullarının durumunu biliyor nasıl olsa. Bu güzel alemi bizim için ne harika inşa etmiş. Hayran olmamak elde değil gerçekten değil mi sevgili dostlar :))


11 Nisan 2016 Pazartesi

Unutabildiğim Kadar Mutluyum..

Denir ki insan kelimesi, nisyan kelimesinin kökünden gelir. Nisyan: unutma demektir. Bu durum unutmaya meyilli, hafızası çok da iyi olmayan varlıklar olduğumuzun göstergesi kabul edilir. Bana da çok anlamlı gelir. 

Ara ara "unutmak, unutabilmek" hakkında düşünürüm. Düşüncelerim, yaşadıklarıma göre  değişiyor. Örneğin çok unutkan olduğum zamanlar, unutulmaması gereken her şeyi unutmaya başladığım da kendime kızmaya başlıyorum. Bir yandan unutkanlığımdan yakınıp bir yandan daha iyi bir hafızaya sahip olmak için çabalıyorum."Bu da unutulur mu? İyice beynin öldü. Beynini öldürdün aferinn" diye de söylenmeyi ihmal etmiyorum tabi. 

Bazı zamanlar da unutmanın bir şükür sebebi olduğunu düşünüyorum. Özellikle duygusal ya da fiziksel mana da acı çektiğim bir dönemse. Acı çektim diyorsam şükür ki öyle büyük dertlerim, hastalıklarım olmadı. Basit şeylerdi yaşadıklarım. Fakat çevremde gördüğüm evladını kaybetmiş, anne-babasıyla- eşiyle büyük dertler atlatan insanları görünce durumu daha iyi idrak ediyorum. Mutsuz anlar  aynı tazeliğini hep korusaydı, bir daha toparlanma gücü bulamazdık. Hayatın bir kenarına yığılır kalır, bir enkaza dönüşürdük. Halbuki unutabilince acılarımız biraz olsun hafifliyor ki bu da yaşamamızı sağlıyor. 

Ne kadar unutkanlığımdan dem vursam da çoğu zaman unutmak nimetini verdiği için Allah'a şükrediyorum. Kötü anıları, acı veren duyguları biraz olsun unutmak, bahar temizliği gibi duygularımızı tazelememizi sağlıyor sanki. Bu yüzden kötü anıları, inciten duyguları zor olsa da silip yerine güzel şeyler eklememizi sağlayan unutma nimeti için tekrar teşekkür etsem fena olmayacak değil mi :))


3 Nisan 2016 Pazar

Bahar Okuma Şenliği Kitap Listem

Pinuccia bir okuma şenliği başlatmış.Daha önce hiç katılmamıştım ama bu etkinlik dikkatimi çekti ve kategorilerde çok orijinal.Siz de katılmak isterseniz Pinuccia'nın bloguna buradan ulaşabilirsiniz :)

  1. Kategori (10 puan): Olayların bahar mevsiminde geçtiği veya baharı, çiçekleri, börtü böceği çağrıştıran bir kitap.
Papatya Kokulu Hikayeler


2. Kategori (10 puan): Bir çizgi roman veya manga veya foto roman.
???


3. Kategori (10 puan): Yaşanmış bir savaşı anlatan bir tarih kitabı veya olayların yaşanmış bir savaş döneminde geçtiği kurgusal bir roman.
Stendhal- Kırmızı ve Siyah 


4. Kategori (10 puan): Anti-kahraman bir karaktere sahip bir kitap. (Öneriye ihtiyacınız varsa goodreads sayfalarına buradan veya buradan ulaşabilirsiniz)
Alexsandre Dumas-Monte Kristo Kontu


5. Kategori (10 puan): Evde okunmayı bekleyen veya elinizde olmasa da okumak isteyeceğin 10 kitaptan kurayla belirleyeceğin bir kitap.
Hekimoğlu İsmail-Menan Cinleri


6. Kategori (10 puan): Yasaklanmış bir kitap.

Lyman Frank Baum-Oz Büyücüsü

7. Kategori (10 puan): "Kadın" temalı bir kitap.

Zülfi Livaneli- Leyla'nın Evi

8. Kategori (10 puan): İşlenen suçun cinayet olmadığı polisiye/gerilim türünde bir kitap.

John Katzenbach- Profesör

9. Kategori (10 puan): Gilmore Girls listesinden bir kitap. (Listeye buradan erişebilirsiniz)
Tolstoy-Anna Karenina


10. Kategori (10 puan): Normalde okumayacağınız veya uzak duracağınız türde bir kitap.

??

11. Kategori (10 puan): Mektup veya anı veya biyografi veya otobiyografi türünde bir kitap.
Sabahattin Ali- Hep Genç Kalacağım


12. Kategori (10 puan): Kitap Ağacı'nın aylık kitaplarından veya herhangi bir Kitap Ağacı Kulübü tarafından Bahar Okuma Şenliği sırasında okunacak bir kitap.
Orhan Pamuk- Kırmızı Saçlı Kadın


13. Kategori (10 puan): Basılı tek bir kitabı olan bir yazardan bir kitap.
???


14. Kategori (10 puan): Hayvanların ana karakterlerden biri olduğu bir kitap.
???


15. Kategori (10 puan): Genç yetişkin türünde bir kitap.
Jack London- Vahşetin Çağrısı

16. Kategori (10 puan): Olayların Güney Yarımkürede geçtiği bir kitap.
Gabrial Garcia Marquez- Kırmızı Pazartesi


17. Kategori (10 puan): Kendi ülkesinde yaşamayan / yaşamamış bir yazardan bir kitap.

18. Kategori (Her kitap 10 puan, 3 kitabı da okuyana ekstradan 20 puan, toplam 50 puan)Olayların geçtiği yerin kitabın isminde yer aldığı üç kitap.

Tarık Tufan-Şanzelize Düğün  Salonu
Sabahattin Ali- Mahkemelerde
Emile Zola-Meyhane

19. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplam 60 puan): Kapağındaki baskın rengin kırmızı ve mavi ve yeşil olduğu birer kitap. (Her renkten bir kitap okumanız gerekiyor).
Mavi:
Sabahattin Ali-Markopaşa Yazıları ve Ötekiler
Kırmızı:Paulo Coelho-Elif
Yeşil: Emile Zola- Bir Aşk Sayfası

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.
Yeni yazarları keşfetmek lazım. Kim bilir şimdiye kadar hiçbir kitabını okumadığımız ama çok seveceğimiz ne çok yazar var. Bir Türk kadın, bir Türk erkek, bir yabancı kadın, bir yabancı erkekten olmak üzere toplam 4 kitap okumanız gerekiyor.
???


21. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Ölmeden Önce Okunacak 1001 Kitap Listesinden dört kitap. (Listeye buradan erişebilirsiniz)
Gogol- Ölü Canlar

Balzac- Goriot Baba
J.D Salinger- Çavdar Tarlasında Çocuklar
Jeanette Winterson- Vişnenin Cinsiyeti

22. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uyan dört kitap.
Temaları zorlaştırıp kolaylaştırmak sizin elinizde. Bu kategoride herhangi bir edebi türe ilişkin 4 kitap okuyabileceğiniz gibi (örneğin 4 bilim kurgu kitabı), tek bir ülke veya bölge edebiyatına ait (örneğin İngiliz edebiyatı), tek bir yazara ait, tek bir konuya ait (örneğin ölüm temalı kitaplar), tek bir edebiyat ödülüne ait (örneğin Pulitzer ödüllü kitaplar) kitaplar okuyabilirsiniz.
Benim Belirlediğim Tema;Koridor Yayınevi'nin Kitapları


John Verdon-Peter Pan Ölmeli
John Verdon- Şeytanı Uyandırma
Karen Sander- Benimle Öl
Ruger Hobbs- Hayalet Adam

2 Nisan 2016 Cumartesi

MOMO

Uzun zaman önce bir arkadaş tavsiyesiyle başladım bu kitaba. Daha önce hiçbir kitabını okumadığım yazarın hayal dünyasını satır satır takip etmek güzeldi. Hele ki bu hayal dünyasından, gerçek dünyaya dair çıkarımlar yapınca  daha da güzel oldu.

Momo, Michael Ende tarafından kaleme alınmış çok tatlı bir kitap.Türü fantastik sayılabilir. Ayrıca dili basit ve yalın. İnsan sıkılmadan okuyor. Bu yüzden geniş bir okuyucu yelpazesi vardır sanırım. Çünkü çocukların da bir şekilde zevk alarak okuyabilecekleri bir kitap. Büyükler içinse daha derin anlamlar içeriyor. 

Kitaba ismini veren, kitabın baş karakteri Momo adlı küçük bir kız. Momo ne bir aileye sahip ne de bir eve. Kasabada yaşayanların ona sahip çıkmasıyla yaşamını sürdürüyor. Herkes onu çok seviyor ve dertlerini ona anlatıyorlar. Çünkü Momo çok iyi bir dinleyici. Hatta yazarımız der ki; "Momo'nun hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı şey şuydu: dinlemek..Çok az kişi gerçekten iyi bir dinleyicidir." 

Kitapta insanların zamanlarını çalan duman adamlar, çalınan zamanlarıyla yaşamaya alışan mutsuz insanlar ve onları eski hallerine döndürmeye çalışan bir garip kız Momo'nun hikayesini okuyacaksınız.Bol bol zaman kavramını sorgulayacaksınız. 

Benim düşüncelerime gelirsek kitabın fiziksel yapısını sevdim.Kitabın sayfaları krem renkli ve saman kağıdı gibi bir dokuya sahip. Yazılar ise bordo renkte. Bu yapıdaki kitapları okumayı seviyorum.Daha samimi geliyor nedense. Kitabı ilk bitirdiğimde biraz basit olduğunu düşünmüştüm. Sonraki zamanlarda kitapta yaşananlarının gerçek hayatta karşıma çıkması sık sık kitabı hatırlamama sebep oldu. Anladım ki basit bir kitap değilmiş. Yeni yeni özümseyebildim. Bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Hayatta çok yerde karşınıza çıkıp aklınıza gelecektir.

Bir kaç alıntıyla bitireyim...

  "Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Çünkü zaman yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir."

"  Gözleriniz görmeye, kulaklarınız duymaya yarıyorsa, insan yüreği de zamanı algılamaya yarar."

  "Hayatta en tehlikeli şey gerçekleşmiş hayallerdir.Artık hayal edecek hiçbir şeyim kalmadı.Bu cehennemden farksız."


31 Mart 2016 Perşembe

Sen Aydınlatırsın Geceyi


Bugün bir film izledim ki dostlar bloga yazmadan geçilemeyecek kadar etkileyici, harika ve bir o kadar da değişik bir filmdi.

Onur Ünlü desem bir ışık yanar sanırım kafanızda.Leyla ile Mecnun dizisindeki gibi absürtlüklerle dolu, eğlenceli ve düşündüren bir yapımdı.2013 yapımı filmi yeni keşfetmem de üzücü gerçekten. Neyse geç oldu ama izledim ya güzel olan o.

Film ismini, Shakespeare'ın "Sen Aydınlatırsın Geceyi" adlı kitabından almış. Film de ünlü yazarın soneleri de yer alıyor. Kullanılan soneler de çok güzeldi.

Film, bir çok ünlü oyuncuyu ağırlıyor. Her yerden bir oyuncu çıkıyor. Bu da mı oynamış demekten kendimi alamadım bir ara. Ahmet Mümtaz Taylan, Ali Atay, Demet Evgar, Serkan Keskin, Damla Dönmez, Ezgi Mola ve daha niceleri. Bu oyuncu kadrosu ile de gerçekten bu kadar iyi iş çıkarılabilirdi.

Konusuna gelecek olursak; duvarlar arasından geçebilen, duvarların ardını görebilen bir değişik adam Cemal(Ali Atay), babası (Ahmet Mümtaz Taylan) ile birlikte yaşayan bir berberdir. Kendini öldürmek isteyecek kadar hayattan vazgeçmiş, aşık olunca da göklerde gerçekten uçabilecek kadar ayakları yerden kesilmiş biri. Yasemin ise (Demet Evgar) eşyaları kontrol etme gücüne sahip bir değişik kişilik.

Cemal, Yasemin'e ilk görüşte aşık olur ve ilk buluşmalarında da evlenme teklifi eder. Evlenirler fakat Cemal eşinin kendisini aldattığını öğrenir.İşte film Cemal'in bu durumu öğrenmesiyle gelişen olayları anlatıyor.

Film fantastik türde. Bir dev, elini silah olarak kullanabilen bir adam, ölümsüz biri var mesela.Bir Türk yapımda bu fantastik ögeleri bu kadar güzel işleyebilen yönetmeni ve senaristi de ayakta alkışlıyorum :)

Sözün özü beyin yakan, eğlenceli bir o kadar da düşündürücü bir film izlemek isterseniz bu film tam sizlik.

Not : Film siyah beyaz :)

Notun notu:Film de çalan bu şarkıyı da seveceğinizi tahmin ediyorum. Buraya bırakıp gideyim.


26 Mart 2016 Cumartesi

Bekleme Süreniz 10.500 Gün

Telefonlarla  tanıştığınızdan beri baba eskisi aygıtlar kullanırsınız.  Bit kadar telefonunuzla, arkadaşlarınızın telefon irisi cihazlarına imrenerek bakarsınız.Hep "ah ulen  benimde şöyle harika bir telefonum olsa keşke" hayalleriniz vardır.

Bu hayallerle, imrenmelerle yıllar geçip gider. Günlerden bir gün gıdım gıdım para biriktirerek bir telefon alırsınız.Sevinçten yerinizde duramayarak evdeki her ferde gösterirsiniz.Sonrası... Sonrası çok mutlu günler.. Telefonu ne güzel keşfettimdi. Bak bu özelliği de varmış. Aman da ne iyi telefonmuş gibi cümlelerle mest olursunuz. Düşmesin diye de el bebek gül bebek davranırsınız. Mal canın yongası sonuçta.

Bir gün bu mutlu günler son bulur. Her mutluluğun sonu var tabi.  Pat diye olmadık bir yerde düşer ve camı kırılır. Yüzünüz ağlamaklı bir hal alır. Daha yeni aldımdı. Niye böyle oldu şimdi. Az dikkat edemedin mi?Daha telefonuma doyamadıydım gibi mutsuzluk ve  kızgınlık cümleleri sıralarsınız. Bir hafta gibi bir sürede duruma alışırsınız.Kendinize kızgınlığınız geçmez tabi ama  yeni bir ödemeyle telefonu tamir ettirmekten başka çare de yoktur.

Teknik servisten önce, "güvenilir bir telefoncuya yaptırayım" hatasına düşersiniz. Güvenilir telefoncu(!) telefonu daha da bozup sinirlerinizi bir güzel alt üst eder. Son olarak teknik servise gönderirsiniz. Telefon aylarca  gelmez. Yorucu,sinir bozucu süreç sizi yaşlandırdığı ile kalır.

Son  olarak tavsiyem sakın telefonunuzu düşürmeyin. Düşürdüyseniz de dua edin ki bir yerleri aman  kırılmış olmasın...




18 Mart 2016 Cuma

Düşünce Bataklıkları

Beynimin bir yerlerinde küçük küçük bataklıklar var benim. Hani içine düşülünce çırpınılan, çırpındıkça daha çok batılan bataklıklardan. 

Düşüncelerimin akışı çok hızlı olur genelde, ayakkabımı bağlarken bile "ben bunu düşünmüyordum ki nereden geldi şimdi bu aklıma" diye düşündüğüm oluyor. Sonra  beynimde kurduğum bağlantıları azıcık irdeleyince, düşünce hızım beni dehşete düşürüyor. Zeki olduğumdan filan değil de beyin yapısı hayret ettiriyor sadece. Sizde bu şaşırtıcı durumu yaşamışsınızdır muhtemelen.

Bir ara baktım ki düşünceden düşünceye atlarken takılıp kaldığım, hep aynı yerde tökezlediğim düşüncelerim var. Ara ara teypte takılan kaset gibi beynim aynı düşüncelerle dolup taşıyor.Bu durumdan bunalınca, takılıp kaldığım  fikirleri bilinçaltıma tekrar tıkıştırıyorum.. Onlar arada yine ortaya çıkıyor. Çabalayıp duruyorum anlayacağınız. 

Birkaç yıldır bu düşüncelerime bataklık olarak bakmaya başladım. Beynimin içindeki, arada düşüp durduğum bataklıklar.. "Ya sevdiklerimi  kaybedersem" bataklığım var mesela.  "Şu işimi değiştirsem mi?"  ve "Gerçekten gençliğimi bu işlerde-buralarda mı çürüteceğim"  bataklıklarını da eklersek en az üç olmak üzere uzayıp giden bir listem var.

Bu düşünceler aklıma gelince bir de bu düşüncelere yoğunlaşınca bir kaç günümü yiyip bitiriyorlar. Allah'tan bilinçaltı diye bir şey varda güç-bela oraya gönderiyorum. Bir daha ki bataklığa düşene kadar da rahat bir hayat yaşıyorum. 

Peki sizin var mı böyle bataklıklarınız? Batıp çıktığınız :)



12 Mart 2016 Cumartesi

Uyu Çünkü Uyurken Ruhun Acı Çekmez

Gözlerin kızarmış ağlamaktan. Saçların olabildiğine dağınık.Kaç gündür beklediğin haberi alamamaktan perişanlığın, biliyorum. Yollara çıkıp durman, her yeni gelene soran gözlerle bakman da hep aynı haberi beklediğinden. Bulundu… İyi… Bu sözcükleri duymak için neleri vermezdin. 

Geç kaldığını, geç kalmasan belki kurtarabileceğini, izin vermeseydin ortadan bir anda böyle yok olmayacağını düşünüp daha da kahroluyorsun. Zor her an ağlamaklı, yiyip içmeden, uyumadan dayanmaya çalışmak. Her yeni kişide ondan izler bulmaya, eksik kalan anıları toplamaya çalışmak daha da zor.

Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum az çok. Gerçi az anlarım çok değil. Çok anlamak da istemezdim. Çok anlamak mahvolmak, ölüp ölüp dirilmek çünkü. Allah'tan sabır diliyorum bir de uyumanı en azından uyursan ruhun bu kadar çok acı çekmez belki...




7 Mart 2016 Pazartesi

Ceplerimde Biriktirdiklerim

Ektiğin bir çiçek tohumunun topraktan çıkışını beklemek, büyümesini izlemek sonra.

İstediğin mp3'ü almak için bayramı bekleyip bayramda topladığın paralarla istediğin müzikleri sonunda dinleyebilmek. Zaman değişse de hala yanında taşımak ilk gençlik birikimini..

Uzun zaman çabalayıp sonun da istediğin bölümü kazanmak.Tüm çabalarının karşılığında yürek rahatlığı, ayakların yerden kesilişi ve üniversite kapılarından atlaya zıplaya ilerlemek..
 
Günler ilerlerken bir çocuğa emek vermek...Aylarını, sabrını sonuna kadar kullanarak. Sonra bir elin ellerini tutması ve "bir pembeyi seviyorum bir seni" demesi.. İşte tüm meseleler bir cümlede düğümlenir ve çözülüverirler. 

Emek vermek, zaman harcamak, gerekirse sıkıntı çekmek.. İçten canı gönülden. Elbet bir gün filizleri görüp mest oluruz ve unutulur gider sıkıntılar.

 Geriye bir tek tutulan eller ve yüzlerde açan güller kalır...





6 Mart 2016 Pazar

Kabartılmış Korkular Üzerine

             "Bizzat gözlemlediklerimize nazaran hayal gücümüzü etkileyen tehlikeler, bizim 
                                           açımızdan daha korkutucu olanlardır.

Hayal ettiklerimiz karşımızda cisimleşen gerçeklikten çok daha kötüdür."

Bugünlerde John Verdon'un "Gözlerini Sımsıkı Kapat" kitabını okuyorum. Bu cümleler de okuduğum kitaptan. Yaşadığım küçük anların güzel bir açıklaması olduğunu düşünüp, bir kaç defa okudum bu cümleleri.

Biliyoruz ki hayaller uçsuz bucaksız bir dünya. Zihnimizde, kar yağarken güneşli bir günü yaşayabiliriz ya da hayalimizde birini öldürüp, diriltebiliriz. Gelecek günleri düşünürken, henüz yaşamadığımız hayatı kurup yıkarak tekrar tekrar inşa edebiliriz. Hiç bulunmadığınız bir ülkenin fotoğraflarına bakarken sokak sokak dolaşabiliriz. Gibi gibi gibi.. Daha ne cümleler eklenir ama zaten hepimiz hayal kurabildiğimize göre biliyoruz bu durumları.

Hayaller çok geniş bir dünya ama korkuları da tehlikeli bulduğumuz gerçekleri de büyütüyor aynı zamanda. Belki sizde yaşamışsınızdır. Gece yatağınızda uyumaya çalışırken camınıza vuran tıkırtılar ve perdede oluşan gölgeler sizi dehşete düşürür. Ne kalkabilirsiniz ne uyuyabilirsiniz. Hırsızla başlayıp korkunç sonlarla biten senaryolar kafamızda dönüp durur. En son bir cesaret perdeyi aralayınca evin önündeki ağacın dallarının pencereyi tıklattığını anlayıp, halinize gülersiniz. Bazen de takip edildiğinize dair bir algı oluşur. Ne arkanıza dönebilirsiniz ne rahat ilerleyebilirsiniz. Kafanızdan milyon tane senaryo geçer. Sonra bir aralık arkanıza dönme cesareti bulursunuz. Bir bakarsınız tamamen yanlış anlamışsınız. Kimse sizi takip etmiyor.

O yüzden John Verdon'ın düşünceleri bana çok mantıklı geldi. Hayaller gerçeklikleri kabartarak korkuları arttırabilir. Gerçekleri çarpıtıp daha ürkütücü hale getirebilir. Tabi biz buna izin verirsek.


5 Mart 2016 Cumartesi

Saksağanlar ve Kavak Ağaçları

Bu aralar kırılgan ama gittikçe güçlenen güneş ışıkları vuruyor pencereme.Dışarılarda da yaşam çoktan hareketlenmeye başladı.Sürekli yağan yağmurlardan ve eriyip giden karlardan sonra yeniden güneşe kavuşmak harika. Hele benim gibi güneş enerjisiyle çalışan biriyseniz.

Ağaçlar da hareket yok sanki.Biraz geç mi kaldılar ne. En çok kavak ağacının yapraklarının çıkmasını bekliyorum. Hem de dört gözle. Onun yapraklarının sesi hep huzur vermiştir bana. Yapraklarının sesini duymayı özledim.

Bir de saksağanlar var. Her zaman buralarda gördüğüm bu kuşların saksağan olduğunu yeni öğrendim. Ötüşlerini bilmem ama o kadar güzel yaratılmışlar ki. Kanatları siyah, kanatlarının uçlarıysa beyaz renkte.Bu da uçarken hoş bir görüntü oluşturuyor. Durup, onları uçarken seyrediyorum ve istemsiz gülümsüyorum. Galiba kırlangıçlardan sonra en sevdiğim kuşlar saksağanlar artık. 

Son olarak,güneşi seven biriyseniz güneşli günleriniz bol olsun efendim. Sevmiyorsanız da umarım serinletecek güzel bir ağaç gölgesi bulursunuz :)





1 Mart 2016 Salı

Parıltı Avcısı

Bu aralar karşılaştığım tüm çocukların gözlerine bakıyorum.Bir teori ürettim de ispatına çalışıyorum. İspatlarsam ne olur? Bilim dünyası bir adım ileri mi gider? değil tabi ki.Kendimce güzel bir gözlem olacak hepsi bu. 

Teorim şu: Zeki çocukların gözlerinde her çocukta rastlamadığım değişik bir parıltı var.Bu çocukların anlama, kavrama, detayı hatırlama, dikkat süreleri gibi bilişsel becerilerinin de karşılaştırdığım diğer çocuklara göre daha iyi olduğunu fark ettim. Bir de sosyal becerileri daha yüksek oluyor ve liderliği de üstleniyorlar. Bu yüzden şimdi her çocuğun gözlerinde o değişik parıltıyı arıyorum. Bazılarında buluyorum, bazılarında rastlamıyorum. O parıltıyı bulunca da imkan buldukça gözlemliyorum.

Küçük gözlemlerimi yaparken çocukların halleriyle de eğleniyorum.Bir de arınma gibi.. Masumluklarını görünce arındığımı hissediyorum ya da güzel gülüşleriyle mutlu oluyorum. 

Bakalım parıltı avcısı olarak, bundan sonraki yeni parıltımı hangi çocuğun gözlerinde yakalayacağım. Yakalayamazsam da  gülüşlerini izlerim en azından :)




28 Şubat 2016 Pazar

Yastık Adam Seçkisi

"Tam üç yolun birleştiği bir yere, üç tane çelik kafes konulmuş. Bu kafeslerin ikisinde birer suçlu bulunuyormuş.Bir kafes ise boşmuş. Kafeslerin üzerinde, içinde bulunan kişilerin suçlarının yazılı olduğu bir tabela asılıymış. Bir tabelada "Çocuklarını vahşice öldüren bir anne " yazıyormuş. Yıllardır o kafesin içinde yaşayan kadın iyice yaşlanmış.Dünyadan elini ayağını çekmiş gibi bir hali de varmış. Diğer kafesin üzerinde "Annesini öldürdü" yazıyormuş. Kafesin içinde bir adam bulunuyormuş. O da kadından pek farklı değilmiş. Yaşlanmaya yüz tutan vücudunu pek hareket ettirmiyormuş.

Bir gün boş kafese yeni bir suçlu getirilmiş. Dövülmüş,hırpalanmış ve zavallı bir haldeymiş. Kafesin kapısı kapanmış ve üzerine suçunun yazılı olduğu tabela asılmış.  Yoldan geçen herkes o tabelayı okuyup adamın yüzüne tükürmeye başlamış.Annesini öldüren katil de yeni suçlunun kafesine yaklaşıp "senin kadar iğrenç birini daha önce görmedim" demiş. Yeni suçlu merakla sormuş"Kafesin üzerinde ne yazıyor? Benim suçum ne?" Katil başını sallayarak uzaklaşmış. Evlatlarını öldüren kadın yavaş hareketlerle yeni suçlunun kafesine yaklaşabildiği kadar yaklaşıp "Keşke geberip gitseydin bu nefesi bile hak etmiyorsun" demiş ve nefretle yüzüne bakmış. "Sen söyle ne yazıyor o tabelada? suçum ne benim?" diye ona da sormuş yeni suçlu. Kadın cevap vermeden eski yerine yönelmiş.Adam her gelene yalvararak sormaya başlamış. "Suçum ne benim? Lütfen bayım siz söyleyin, Lütfen biriniz söylesin" Kimse cevap vermemiş. Sadece kötü bakışlar atıp kafeslerden uzaklaşmışlar. 

Uzaklardan görünen bir atlı elindeki baltasıyla hızla yaklaşmaya başlamış. Yeni suçlunun hakkında idam kararı çıkmış. Atlı ise idamı gerçekleştirecek olan cellatmış. İdamlık mahkum bu defa, cellata yalvarmaya başlamış. "Öldürmeden önce lütfen söyle ne benim suçum?" Cellat hiç bir şey söylemeden adamı öldürmüş ve tekrar atına atlayıp gitmiş."


Bu hikayeyi "Yastık Adam" adındaki tiyatroya gittiğimde dinlemiştim.Çok da etkilenmiştim. Hala ne zaman aklıma gelse  "o adamın suçu ne olabilir ki?" diye düşünürüm. Bir suç da yakıştıramadım adama. Hikaye yarım kaldığı için sanırım bu kadar etkilendim.Harika bir anlatımın da etkisi var tabi ki. 

Şimdii size sorayım sizce ne olabilir bu adamın suçu ?

25 Şubat 2016 Perşembe

Karışık Kafalar ve Diğerleri

Ne o da mı beni sevsin? O arkadaşımın da en sevdiği ben olmalıyım? Hani Nirvana' da gibi. .Aaa o da mı her derdini bana anlatıp rahatlamalı?

  Yapmaa. Çok zor bu bilmiyor musun? En çok sevilen olmak için çok çabalamak gerektiğini kendinden bir çok fedakarlık yapıp, ne diyecekler düşüncesiyle yaşamak zorunda kalacağını bilmiyor musun? Bal gibi biliyorsun da niye bu çırpınış o halde.

Dünyanın yükünü çekerken bir de gönül yükü çekmek eğlendiriyor seni galiba. Ben pek zevk almıyorum bu durumdan bilesin. Zor herkesin en birincisi olmak. Bir dostun düşman kadar kahrı var demişler. Herkesle dost olursan sen nasıl iyi olacaksın! Adam akıllı düşün de bırak bu işleri. 

Sana başka bir şey demiyorum. 






21 Şubat 2016 Pazar

Reply 1988

Çokk güzel bir dizi izledim. Sizinle de hemen paylaşayım :) Kore dizilerini takip edenler bilirler de ben takip etmeyenler için söyleyeyim. Bu dizi  Reply 1997 ve 1994'den sonra çekildi. Yani dizinin 3. sezonu sayılır. Tema aynı ama oyuncular ve dönemler değişiyor.

Reply 1988'de  Kore'nin 80'lerin de  geçen olayları anlatmakla başlıyor. Küçük, samimi bir mahalle ve bu mahallede yaşayan komşuların hayatlarını konu alıyor.Bu semtte yaşayan 5 samimi arkadaş ise dizinin odak noktası. 4 erkek 1 kızdan oluşan bu arkadaş grubunda kızımız bu erkeklerden biri ile evleniyor.Daha ilk bölümden gruptan biriyle evlendiğini anlıyorsunuz.Fakat dizinin sonuna kadar hangisiyle evlendiğini anlamıyorsunuz. Kafanız karışıyor şu mu bu mu diye. Bu da diziyi izlettiriyor :)


Gelelim benim yorumuma;

Başta da belirttim ya çok güzeldi. Bizim kültürümüze çok yakın oldukları için "aa onlarda da mı bu varmış" diye birçok yerde şaşırdım.Bu durum diziye daha da ısınmama sebep  oldu.Mesela bizim 80'lerde ki siyasi olaylar,protestolar o yıllara damgasını vurmuştu.Bilirsiniz. Kore'de de o dönemlerde bu tür karışıklıklar olmuş.Bunu bilmiyordum.

Komşuluk ilişkilerine gelince harikaydı. Sıkıntılı zamanlarında birbirlerine destek oluyorlar. Eğlenilecek zamanda birlikte eğleniyorlardı.Anneler evin önünde akşama yemeklik fasulye kırarken laflıyorlardı. Ne kadar tanıdık değil mi ? Hani bizde annen çorba yapar komşuya götürürsün, komşudan sana bir şeyler gelir. İşte o durumu da diziye de konu etmişler. Çok da hoş olmuş.İzlerseniz o sahnelerde yüzünüzde tebessüm oluşacaktır eminim.

Başrol kızımız ve ablasının sürekli kavga etmesi de çok eğlenceliydi. Kız kavgalarını bilirsiniz saç çekmeler filan beter bir durumdur. İzlemesi zevkli ama öyle bir kavganın içinde olmak istemezdim tabi ki :)

Arkadaşlık ilişkileri çok güzeldi. Yani çocukluktan başlayıp uzayıp giden dostlukları öyle hoş anlatılmıştı ki.  Hesapsız, kırmadan, ince düşünürken eğlenmeyi biliyorlardı. Gıpta ettiğim yerler çok oldu. Çok da eğlendim ilişkilerini izlerken.


Özetlersem hep bizden bir şeyler bulduğum bir diziydi. Bu yüzden unutulmazlarım arasına girecek eminim. Arada döndürüp döndürüp de izlerim muhtemelen.İzleyin, tavsiyemdir hemde gönülden :)


Bu arada kızın evlendiği kişiyi son bölüme kadar tahmin edemedim. Sonunda iyi ki bu çocukla evlendi diye mutlu da oldum. Böyle gizemli sonları seviyorum. 


Dizinin müzikleri de harikaydı şuraya şunu  bırakıp gideyim :)


Ah bir de bu vardı :)) 

 









Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...