31 Mart 2016 Perşembe

Sen Aydınlatırsın Geceyi


Bugün bir film izledim ki dostlar bloga yazmadan geçilemeyecek kadar etkileyici, harika ve bir o kadar da değişik bir filmdi.

Onur Ünlü desem bir ışık yanar sanırım kafanızda.Leyla ile Mecnun dizisindeki gibi absürtlüklerle dolu, eğlenceli ve düşündüren bir yapımdı.2013 yapımı filmi yeni keşfetmem de üzücü gerçekten. Neyse geç oldu ama izledim ya güzel olan o.

Film ismini, Shakespeare'ın "Sen Aydınlatırsın Geceyi" adlı kitabından almış. Film de ünlü yazarın soneleri de yer alıyor. Kullanılan soneler de çok güzeldi.

Film, bir çok ünlü oyuncuyu ağırlıyor. Her yerden bir oyuncu çıkıyor. Bu da mı oynamış demekten kendimi alamadım bir ara. Ahmet Mümtaz Taylan, Ali Atay, Demet Evgar, Serkan Keskin, Damla Dönmez, Ezgi Mola ve daha niceleri. Bu oyuncu kadrosu ile de gerçekten bu kadar iyi iş çıkarılabilirdi.

Konusuna gelecek olursak; duvarlar arasından geçebilen, duvarların ardını görebilen bir değişik adam Cemal(Ali Atay), babası (Ahmet Mümtaz Taylan) ile birlikte yaşayan bir berberdir. Kendini öldürmek isteyecek kadar hayattan vazgeçmiş, aşık olunca da göklerde gerçekten uçabilecek kadar ayakları yerden kesilmiş biri. Yasemin ise (Demet Evgar) eşyaları kontrol etme gücüne sahip bir değişik kişilik.

Cemal, Yasemin'e ilk görüşte aşık olur ve ilk buluşmalarında da evlenme teklifi eder. Evlenirler fakat Cemal eşinin kendisini aldattığını öğrenir.İşte film Cemal'in bu durumu öğrenmesiyle gelişen olayları anlatıyor.

Film fantastik türde. Bir dev, elini silah olarak kullanabilen bir adam, ölümsüz biri var mesela.Bir Türk yapımda bu fantastik ögeleri bu kadar güzel işleyebilen yönetmeni ve senaristi de ayakta alkışlıyorum :)

Sözün özü beyin yakan, eğlenceli bir o kadar da düşündürücü bir film izlemek isterseniz bu film tam sizlik.

Not : Film siyah beyaz :)

Notun notu:Film de çalan bu şarkıyı da seveceğinizi tahmin ediyorum. Buraya bırakıp gideyim.


26 Mart 2016 Cumartesi

Bekleme Süreniz 10.500 Gün

Telefonlarla  tanıştığınızdan beri baba eskisi aygıtlar kullanırsınız.  Bit kadar telefonunuzla, arkadaşlarınızın telefon irisi cihazlarına imrenerek bakarsınız.Hep "ah ulen  benimde şöyle harika bir telefonum olsa keşke" hayalleriniz vardır.

Bu hayallerle, imrenmelerle yıllar geçip gider. Günlerden bir gün gıdım gıdım para biriktirerek bir telefon alırsınız.Sevinçten yerinizde duramayarak evdeki her ferde gösterirsiniz.Sonrası... Sonrası çok mutlu günler.. Telefonu ne güzel keşfettimdi. Bak bu özelliği de varmış. Aman da ne iyi telefonmuş gibi cümlelerle mest olursunuz. Düşmesin diye de el bebek gül bebek davranırsınız. Mal canın yongası sonuçta.

Bir gün bu mutlu günler son bulur. Her mutluluğun sonu var tabi.  Pat diye olmadık bir yerde düşer ve camı kırılır. Yüzünüz ağlamaklı bir hal alır. Daha yeni aldımdı. Niye böyle oldu şimdi. Az dikkat edemedin mi?Daha telefonuma doyamadıydım gibi mutsuzluk ve  kızgınlık cümleleri sıralarsınız. Bir hafta gibi bir sürede duruma alışırsınız.Kendinize kızgınlığınız geçmez tabi ama  yeni bir ödemeyle telefonu tamir ettirmekten başka çare de yoktur.

Teknik servisten önce, "güvenilir bir telefoncuya yaptırayım" hatasına düşersiniz. Güvenilir telefoncu(!) telefonu daha da bozup sinirlerinizi bir güzel alt üst eder. Son olarak teknik servise gönderirsiniz. Telefon aylarca  gelmez. Yorucu,sinir bozucu süreç sizi yaşlandırdığı ile kalır.

Son  olarak tavsiyem sakın telefonunuzu düşürmeyin. Düşürdüyseniz de dua edin ki bir yerleri aman  kırılmış olmasın...




18 Mart 2016 Cuma

Düşünce Bataklıkları

Beynimin bir yerlerinde küçük küçük bataklıklar var benim. Hani içine düşülünce çırpınılan, çırpındıkça daha çok batılan bataklıklardan. 

Düşüncelerimin akışı çok hızlı olur genelde, ayakkabımı bağlarken bile "ben bunu düşünmüyordum ki nereden geldi şimdi bu aklıma" diye düşündüğüm oluyor. Sonra  beynimde kurduğum bağlantıları azıcık irdeleyince, düşünce hızım beni dehşete düşürüyor. Zeki olduğumdan filan değil de beyin yapısı hayret ettiriyor sadece. Sizde bu şaşırtıcı durumu yaşamışsınızdır muhtemelen.

Bir ara baktım ki düşünceden düşünceye atlarken takılıp kaldığım, hep aynı yerde tökezlediğim düşüncelerim var. Ara ara teypte takılan kaset gibi beynim aynı düşüncelerle dolup taşıyor.Bu durumdan bunalınca, takılıp kaldığım  fikirleri bilinçaltıma tekrar tıkıştırıyorum.. Onlar arada yine ortaya çıkıyor. Çabalayıp duruyorum anlayacağınız. 

Birkaç yıldır bu düşüncelerime bataklık olarak bakmaya başladım. Beynimin içindeki, arada düşüp durduğum bataklıklar.. "Ya sevdiklerimi  kaybedersem" bataklığım var mesela.  "Şu işimi değiştirsem mi?"  ve "Gerçekten gençliğimi bu işlerde-buralarda mı çürüteceğim"  bataklıklarını da eklersek en az üç olmak üzere uzayıp giden bir listem var.

Bu düşünceler aklıma gelince bir de bu düşüncelere yoğunlaşınca bir kaç günümü yiyip bitiriyorlar. Allah'tan bilinçaltı diye bir şey varda güç-bela oraya gönderiyorum. Bir daha ki bataklığa düşene kadar da rahat bir hayat yaşıyorum. 

Peki sizin var mı böyle bataklıklarınız? Batıp çıktığınız :)



12 Mart 2016 Cumartesi

Uyu Çünkü Uyurken Ruhun Acı Çekmez

Gözlerin kızarmış ağlamaktan. Saçların olabildiğine dağınık.Kaç gündür beklediğin haberi alamamaktan perişanlığın, biliyorum. Yollara çıkıp durman, her yeni gelene soran gözlerle bakman da hep aynı haberi beklediğinden. Bulundu… İyi… Bu sözcükleri duymak için neleri vermezdin. 

Geç kaldığını, geç kalmasan belki kurtarabileceğini, izin vermeseydin ortadan bir anda böyle yok olmayacağını düşünüp daha da kahroluyorsun. Zor her an ağlamaklı, yiyip içmeden, uyumadan dayanmaya çalışmak. Her yeni kişide ondan izler bulmaya, eksik kalan anıları toplamaya çalışmak daha da zor.

Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum az çok. Gerçi az anlarım çok değil. Çok anlamak da istemezdim. Çok anlamak mahvolmak, ölüp ölüp dirilmek çünkü. Allah'tan sabır diliyorum bir de uyumanı en azından uyursan ruhun bu kadar çok acı çekmez belki...




7 Mart 2016 Pazartesi

Ceplerimde Biriktirdiklerim

Ektiğin bir çiçek tohumunun topraktan çıkışını beklemek, büyümesini izlemek sonra.

İstediğin mp3'ü almak için bayramı bekleyip bayramda topladığın paralarla istediğin müzikleri sonunda dinleyebilmek. Zaman değişse de hala yanında taşımak ilk gençlik birikimini..

Uzun zaman çabalayıp sonun da istediğin bölümü kazanmak.Tüm çabalarının karşılığında yürek rahatlığı, ayakların yerden kesilişi ve üniversite kapılarından atlaya zıplaya ilerlemek..
 
Günler ilerlerken bir çocuğa emek vermek...Aylarını, sabrını sonuna kadar kullanarak. Sonra bir elin ellerini tutması ve "bir pembeyi seviyorum bir seni" demesi.. İşte tüm meseleler bir cümlede düğümlenir ve çözülüverirler. 

Emek vermek, zaman harcamak, gerekirse sıkıntı çekmek.. İçten canı gönülden. Elbet bir gün filizleri görüp mest oluruz ve unutulur gider sıkıntılar.

 Geriye bir tek tutulan eller ve yüzlerde açan güller kalır...





6 Mart 2016 Pazar

Kabartılmış Korkular Üzerine

             "Bizzat gözlemlediklerimize nazaran hayal gücümüzü etkileyen tehlikeler, bizim 
                                           açımızdan daha korkutucu olanlardır.

Hayal ettiklerimiz karşımızda cisimleşen gerçeklikten çok daha kötüdür."

Bugünlerde John Verdon'un "Gözlerini Sımsıkı Kapat" kitabını okuyorum. Bu cümleler de okuduğum kitaptan. Yaşadığım küçük anların güzel bir açıklaması olduğunu düşünüp, bir kaç defa okudum bu cümleleri.

Biliyoruz ki hayaller uçsuz bucaksız bir dünya. Zihnimizde, kar yağarken güneşli bir günü yaşayabiliriz ya da hayalimizde birini öldürüp, diriltebiliriz. Gelecek günleri düşünürken, henüz yaşamadığımız hayatı kurup yıkarak tekrar tekrar inşa edebiliriz. Hiç bulunmadığınız bir ülkenin fotoğraflarına bakarken sokak sokak dolaşabiliriz. Gibi gibi gibi.. Daha ne cümleler eklenir ama zaten hepimiz hayal kurabildiğimize göre biliyoruz bu durumları.

Hayaller çok geniş bir dünya ama korkuları da tehlikeli bulduğumuz gerçekleri de büyütüyor aynı zamanda. Belki sizde yaşamışsınızdır. Gece yatağınızda uyumaya çalışırken camınıza vuran tıkırtılar ve perdede oluşan gölgeler sizi dehşete düşürür. Ne kalkabilirsiniz ne uyuyabilirsiniz. Hırsızla başlayıp korkunç sonlarla biten senaryolar kafamızda dönüp durur. En son bir cesaret perdeyi aralayınca evin önündeki ağacın dallarının pencereyi tıklattığını anlayıp, halinize gülersiniz. Bazen de takip edildiğinize dair bir algı oluşur. Ne arkanıza dönebilirsiniz ne rahat ilerleyebilirsiniz. Kafanızdan milyon tane senaryo geçer. Sonra bir aralık arkanıza dönme cesareti bulursunuz. Bir bakarsınız tamamen yanlış anlamışsınız. Kimse sizi takip etmiyor.

O yüzden John Verdon'ın düşünceleri bana çok mantıklı geldi. Hayaller gerçeklikleri kabartarak korkuları arttırabilir. Gerçekleri çarpıtıp daha ürkütücü hale getirebilir. Tabi biz buna izin verirsek.


5 Mart 2016 Cumartesi

Saksağanlar ve Kavak Ağaçları

Bu aralar kırılgan ama gittikçe güçlenen güneş ışıkları vuruyor pencereme.Dışarılarda da yaşam çoktan hareketlenmeye başladı.Sürekli yağan yağmurlardan ve eriyip giden karlardan sonra yeniden güneşe kavuşmak harika. Hele benim gibi güneş enerjisiyle çalışan biriyseniz.

Ağaçlar da hareket yok sanki.Biraz geç mi kaldılar ne. En çok kavak ağacının yapraklarının çıkmasını bekliyorum. Hem de dört gözle. Onun yapraklarının sesi hep huzur vermiştir bana. Yapraklarının sesini duymayı özledim.

Bir de saksağanlar var. Her zaman buralarda gördüğüm bu kuşların saksağan olduğunu yeni öğrendim. Ötüşlerini bilmem ama o kadar güzel yaratılmışlar ki. Kanatları siyah, kanatlarının uçlarıysa beyaz renkte.Bu da uçarken hoş bir görüntü oluşturuyor. Durup, onları uçarken seyrediyorum ve istemsiz gülümsüyorum. Galiba kırlangıçlardan sonra en sevdiğim kuşlar saksağanlar artık. 

Son olarak,güneşi seven biriyseniz güneşli günleriniz bol olsun efendim. Sevmiyorsanız da umarım serinletecek güzel bir ağaç gölgesi bulursunuz :)





1 Mart 2016 Salı

Parıltı Avcısı

Bu aralar karşılaştığım tüm çocukların gözlerine bakıyorum.Bir teori ürettim de ispatına çalışıyorum. İspatlarsam ne olur? Bilim dünyası bir adım ileri mi gider? değil tabi ki.Kendimce güzel bir gözlem olacak hepsi bu. 

Teorim şu: Zeki çocukların gözlerinde her çocukta rastlamadığım değişik bir parıltı var.Bu çocukların anlama, kavrama, detayı hatırlama, dikkat süreleri gibi bilişsel becerilerinin de karşılaştırdığım diğer çocuklara göre daha iyi olduğunu fark ettim. Bir de sosyal becerileri daha yüksek oluyor ve liderliği de üstleniyorlar. Bu yüzden şimdi her çocuğun gözlerinde o değişik parıltıyı arıyorum. Bazılarında buluyorum, bazılarında rastlamıyorum. O parıltıyı bulunca da imkan buldukça gözlemliyorum.

Küçük gözlemlerimi yaparken çocukların halleriyle de eğleniyorum.Bir de arınma gibi.. Masumluklarını görünce arındığımı hissediyorum ya da güzel gülüşleriyle mutlu oluyorum. 

Bakalım parıltı avcısı olarak, bundan sonraki yeni parıltımı hangi çocuğun gözlerinde yakalayacağım. Yakalayamazsam da  gülüşlerini izlerim en azından :)




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...